AKP iktidarı nereye gidiyor?
Ortalama geliri en az ikiye katladı. Askerî-bürokratik vesayeti geriletti. Kürt kimliğinin inkârına son verdi. PKK şiddetini konuşarak bitirme arayışına girdi. AB ile üyelik müzakerelerini başlattı. Uluslararası toplulukta Türkiye'yi birçok açıdan örnek gösterilen bir ülke haline getirdi.
Bu başarıları sağlayan en önemli iki etken şunlardı: Refah Partisi (RP) içinde, başında Tayyip Erdoğan'ın olduğu "Yenilikçi" kadro eleştirilerden ders aldı. AKP'yi kurarken "İslamcı gömleği"ni çıkarıp, (Hıristiyan Demokratlarla benzer) "Muhafazakâr Demokrat" bir kimlik edindi. Halkın özgürlük ve demokrasi taleplerine kulak verdi; yolunu ona göre çizdi. Böylelikle % 34'le iktidara geldi, giderek oyunu % 50'ye tırmandırdı.
Askerî-bürokratik vesayetçi muhalifleri, AKP'yi iktidardan düşürmek için her yola başvurdular. Türkiye'yi İran'a, inandırıcı olmayınca Rusya'ya çevireceğini ileri sürdüler. Darbe girişimlerinde bulundular. Olmayınca partiyi Anayasa Mahkemesi'ne kapattırmaya kalkıştılar. Mavi Marmara'dan sonra Türkiye-İsrail ilişkileri bozulunca, İsrail lobisi de her yerde AKP gerçeğini tahrif çabalarına omuz verdi. Bütün bu çelmeleme çabalarına rağmen AKP iktidarının başarılı olmasında, özgürlük ve demokrasi yanlılarından aldığı destek büyük rol oynadı. Darbe girişimlerinin deşifre edilip yargı önüne çıkarılması, başta Taraf gazetesi, editoryal bağımsızlığa sahip medya sayesinde mümkün oldu.
Ne var ki, geçen haziranda yapılan son genel seçimlerden, "Ustalık" dönemine girdiğinin ilanından sonra AKP iktidarı adım adım tanınmaz bir kimliğe büründü. Başbakan Erdoğan'ın söylemi kabaca şu hal aldı: "Milli irade, millet benim... Halk çıkarını bilmez, ben bilirim. İhaleleri kimin alacağına, medyanın neyi yazacağına ben karar veririm... Futbolu, sanatı, tiyatroyu, dini, kürtajı, sezaryeni en iyi ben bilirim... Halkın yarısının oyunu alan hükümeti eleştirmek Türkiye'nin kalkınmasını istememek, yabancıların oyununa gelmek demektir, ihanettir..."
Bu söylemle demokratikleşme yönünde beklenen reformlar tamamen durdu. "İnkâr bitti, asimilasyon da bitti. Kürt sorunu yoktur, PKK sorunu vardır..." denmeye başladı. PKK şiddetini konuşarak sonlandırma yerine, "asgarileştirmek"ten dem vurulur oldu. Eleştirel yazı yazan gazeteciler Erdoğan'ın "dükkân sahipleri" eliyle işlerinden çıkarılmaya başladı. MHP ağzıyla konuşan İçişleri Bakanı, Uludere'deki bombalamanın kurbanlarını, suçlu ilan etti. Erdoğan'ın bir tür başkanlık sistemi getirmeyen yeni bir anayasayı isteyip istemediği sorusu, demokratik anayasa yapılıp yapılmayacağını kuşkulu hale getirdi.
Başbakan Erdoğan ve AKP iktidarında gözlenen bu tersine dönüş, bu otoriterleşme eğilimi nereden kaynaklanıyor olabilir? Bu bağlamda çeşitli teoriler ileri sürülüyor: 1) Erdoğan asker sivil bürokrasiye hakim olduğu, iktidarını yerleştirdiği için artık "Devlet benim... Beni eleştiren de Türkiye'nin düşmanıdır..." diyor. 2) Mutlaka cumhurbaşkanı/başkan seçilmek istiyor. Bunun için milliyetçi-muhafazakâr işbirliği stratejisiyle MHP oylarını kazanmak istiyor. 3) Demokratlığı bıraktı, muhafazakârlığa sarıldı; RP İslamcılığına dönüyor. 4) Şişirilmiş özgüven, tek-adamlıkta ısrar, çevresindeki şakşakçılar başını döndürdü. 5) Beden ve zihin sağlığı yerinde değil.
Peki, bu gidiş AKP'yi nereye götürür? Bence Erdoğan eleştirilerden ders alıp kendisine ve çevresine çekidüzen vermezse, bu gidiş AKP'yi er veya geç iktidardan düşürür. Erdoğan'ın cumhurbaşkanı seçilmesi dahi tehlikeye girer. Peki, Türkiye nereye gider? Erdoğan'ın başarılarıyla giderek güçlenen ekonomisi ve sivil toplumuyla; eleştirmekten geri durmayan medyasıyla; giderek dünyayı tanıyan, özgürlük ve demokrasi talep eden halkıyla Türkiye otoriterleşmeyi sineye çekmez. Bir bölümüyle AKP dahi bunu kabul etmez.
(Zaman gazetesinden alınmıştır)