AK Parti sayesinde vicdanım ilk kez sakin

ÜZERİNDE çok düşündükten sonra başlıkta vicdanım rahat dememeye karar verdim, çünkü vicdanımın rahatsız olması için Türkiye\'de yıllardır yaratılan haksızlıklara vicdansızlıklara katkıda bulunmuş olmam gerekiyordu. Bunu hiçbir zaman yapmadım. Kişisel olarak vicdanım rahattı ama fırtınalıydı. Uzunca bir süre önce bir Marksist olarak çalıştığım üniversitenin kapısında tutulan türbanlı öğrencilerin arasına dalıp onları zorla üniversiteye soktuğum günden bu yana kendi varlığımı borçlu hissettiğim bu cumhuriyetin intihar etmekte olduğunu düşünüyordum.

CUMHURİYETİN İNTİHARI:
O günden bu yana bu intiharın sona erdirilmesini sağlamayı kendime birinci yazarlık görevi olarak kurmuştum. Allah yardım etti, üniversiteden o günkü eylemim yüzünden atıldım da gazeteci oldum. O görüşlerimi; \"cumhuriyet nerede hata yaptı, hatasını neden sürdürüyor ve bu intihar sürecini sonlandırmak için ne yapmak gerekiyor\" konularında sorgulayan yazıları gazetelerde yazabildim. AKP 4+4+4 düzenlemesini Meclis\'ten geçirdiği gün, not defterime \"Yıllardır boşuna yazmamışım Allah\'a şükür\" diye not düşmüşüm. Yanlış anlamayın \"Ben yazdığım için bu gelişmeler oldu\" diyecek kadar egomani çılgınlığı filan yaşıyor değilim. Ama bu gelişme olduğu gün yazarlık yaşamımın boşuna geçmemiş olduğunu hissettim. Bu yüzden AKP\'ye müteşekkirim ve CHP\'ye de tarihin akışını yeniden anlamakta ısrarlı olduğu için kırgınım.

ÖZET VE ZORUNLU BİR YAKIN TARİH:
Ne demiştim yıllardır, cumhuriyetin kuruluş aşamasında tarihsel ve ekonomik koşullar nedeniyle kurucular halktan ve onun değerlerinden kopmuşlardı. Liderlik kadrosunun dindar olmadığı ve dine karşı olduğu gibi yanlış bir düşünce o zaman doğdu ve Atatürk öldükten sonra yapılan yanlışlarla cumhuriyetimiz halksız bir sistem oldu. İlk kez Demokrat Parti halkı yeniden sistemin içine çekmeye çalıştı ve bunun da bedelini ağır ödedi. AK Parti gelinceye kadar hiçbir siyasi oluşum halkı tekrar sistemin içine çekmeye cesaret edemedi (Turgut Özal bu değerlendirmenin kısmen dışında). AK Parti iktidara gelmeden önce cumhuriyet sisteminin uzun intihar süreci başarıya ulaşmak üzereydi. O dönemde başta olan bütün iktidarlar sadece halkı dışarda tutmanın yetmeyeceği ayrıca 28 Şubat döneminde olduğu gibi halka karşı aktif düşmanlık da yapılması gerektiği gibi korkunç bir tavır içine girmişlerdi. \"İsteyen dinini istediği gibi yaşasın, ne var bunda\" diyen benim gibi insanlar o dönemlerde kurulmuş olan ahlaksız güç ilişkileri dışında tıutuldular (ne kadar da şanslıymışım). Sistem göz göre göre batmaya doğru gidiyordu.

SİSTEME ŞOK TEDAVİSİNİ BEN UYGULADIM:
Ben belki akılları başlarına gelir diye bir şok tedavisi uygulayayım dedim ve kökten laikçilere karşı bir \"teknokratlar hükümeti\" kurulması gerektiğini yazdım. Bu şok tedavisi çok çalkantı yarattı, ama gözü dönmüşler kendilerine gelemediler. AK Parti\'yi iktidara getirecek seçim yaklaşırken ben altı ay önce son umudumuzun bu olduğunu anlatan ve AK Part\'iye destek veren yazımı Hürriyet Gazetesi\'nde yazdım. AK Parti o seçimde gerçekten iktidara gelemeseydi cumhuriyet sistemi çökecekti, çünkü dini yüzünden sistemin dışında güç kullanılarak tutulan halk, bir sel olup akma noktasına gelmişti. Türkiye bir felakete doğru gidiyordu ve AK Parti bunu önledi. Kuruluş aşamasından bu yana sistemin dışında tutulan halk, ilk kez gerçek anlamda sistemin içine çekildi. Onları sistemin dışında tutanlar sistem dışına atılmaya başlandı. Cumhuriyetin halkla o gün başlamış olan barışma, uzlaşma süreci en son 4+4+4 düzenlemesinin TBMM\'den geçmesiyle noktalandı.
O gün Başbakan Erdoğan\'ın özel bir sevinçle anacağı bir gün olabilir ama benim de tüm hayat tavrımın doğrulandığı, yazarlık serüvenimin anlam kazandığı bir gün olarak kişisel bir bayram da olacak.

AKP\'YE ARTIK AK PARTİ DİYORUM:
Başbakan AKP\'ye AKP değil AK Parti denilmesi talimatını verdiği günden itibaren ben ısrarla AK Parti yazmamış ve bunu talimatla yapmayacağımı söylemiştim. Bu güce karşı anlamsız bir güç gösterisi filan tabii ki değildi ama kendime karşı saygımın bir sonucuydu. Artık gönlümü fethettiler, sonunda nihayet vicdanım sakin, cumhuriyetimizin halkla tekrar buluşarak güzel bir geleceğe doğru yola çıktığını görüyorum. Bunu da iktidarın yaptıklarına borçluyum ve gönlümden geldiği için bundan sonra benim için de helalinden AK Partiler.

KEMAL KILIÇDAROĞLU\'NA BİR KİTAP TAVSİYESİ:
Hayat tarzlarımızın bu kadar birbirine benzediği CHP\'lilerle hayata bakışımızda nasıl bu kadar fark olabiliyor bunu anlamam mümkün değil. CHP\'nin en büyük sorunu dindarlara yönelik nasıl konuşacağının dilini bulamamak. Bunu birlikte yediğimiz yemekte içkilerimizi yudumlarken görüş olarak ortaya söyledim. \"Evet, bulmakta zorlanıyoruz\" dediler. Bulamamaları da çok normaldi, çünkü yukarda anlatığım kısa yakın tarih özetinde CHP daima sistemin ana partisi olarak bulunmuştıu ve o tarihe sahip bir partinin yıllardır sistem dışına ittiği halka konuşma dilini hemen bulması mümkün değildi. Oysa yapılacak iş bence çok basitti. CHP\'liler dindarlarla konuşurken kendileri de dindar olmak zorunda değiller. Bunu kimse talep etmiyor, kimsenin de buna ihtiyacı yok. Seküler olsunlar yeterdi. Bu, onların gereken dili hemen bulmalarına yetecekti.

SEKÜLER OLMAK NE DEMEK?
Bu ülkede laik olmak dindarlara dini nasıl yaşayacaklarını dikte etmek, yasaklar koymak hakkı olarak anlaşılıyor. Oysa modern ülkelerin laik olarak yaşayamayacakları ve seküler olmak zorunda oldukları sonunda anlaşıldı. Seküler şunu yapar; kim hangi inançtan olursa olsun inancını istediği gibi yaşar, ona göre istediği hayat tarzını kurar, kimse de kimseye karışamaz, inançsız da inançsızlığını bildiği gibi yaşar. Bu gruplardan bir tanesi bile diğerine baskı kuramaz der ve bunun ortamını sağlar. CHP\'nin gerçek bir sosyal demokrat parti olabilmesi ancak seküler olmasıyla mümkün olabilecekti ancak son tartışmaların yeniden gösterdiği gibi bu basit gerçeği ısrarla anlamıyorlar. Bugün Türkiye\'nin tek gerçekten seküler olan partisi AKP\'dir. Bu ayıp da CHP\'ye yeter.

İŞTE KILIÇDAROĞLU\'NU KURTARACAK KİTAP:
Kemal Bey\'i içinde bulunduğu kısırdöngüden kurtaracak kitap önerim var. Daha önce defalarca yazdığım Jürgen Habermas\'ın iki kısa kitabını alıp mutlaka okusun. Onlarda çağdaş modern toplumlarda artık inancın yemek su gibi temel bir ihtiyaç olduğu anlatılıyor ve modern toplumların inancı nasıl kendi sistemleri içinde özgürce yaşatabilecekleri tartışılıyor ve bunun bir koşulu olan gerekli kamusal alanın nasıl kurulabileceği de irdeleniyor. Bu kitaplar; \"Religion and Rationality: Essays on Reason, God and Modernity\" ve \"An Awareness of What is Missing: Faith and Reason in a Post-secular Age\". Süreci hızlandırmak için isterlerse ben çok değer verdiğim ve başucumdan eksik etmediğim bu kitapları Ankara CHP merkezine incelenmeleri için bir süreliğine ödünç verebilirim.

MİLLİ EĞİTİM BAKANINA BRAVO:
Türk milli eğitim sisteminin global dünyadaki yeri hakkında çok değerli fikirleri bulunan Milli Eğitim Bakanı, tasarı geçtikten sonra TBMM kürsüsünde yaptığı sakin konuşmayla (bu o günkü ve uzun bir süredir o kürsüden yapılmış tek sakin konuşmaydı) meseleyi halkın devletle barışması olarak özetledi. Bu bile Türkiye\'nin yakın tarihiyle ilgili yaptığımız tespitlerin ne kadar çakıştığını gösteriyor. 10 yaşında bir çocuğu olan bir baba olarak, eğitim sisteminin başında kafası bu kadar net bir insanın olması da içimi rahatlatıyor. Ben oğlumu din dersine göndermeyi düşünmüyorum ama cumhuriyeti seven bir seküler olarak geleceğimizi şimdi daha sağlam gördüğüm için içim rahat, isteyenin istediği gibi kendi çocuğunu din dersine yollayabilecek olması da vicdanımı sakinleştiriyor. Mesele bu kadar basit işte.

(HaberTürk)