Ahmet Kekeç bu yazıyı neden yazdı?

AHMET Kekeç, pazartesi günü Gülşah Balbay röportajı üzerine bir yazı yazmış.

Hoşuma gitti.
“Siyaset yazması istenenler işi ‘dedikodu’ya dökünce, siyasi analiz ve röportaj yapma işi Ayşe Arman hemşiremize kaldı” diye kendince dalgasını geçmiş...
Olsun.
Ben ne zaman siyaset uzmanıyım diye çıktım ki ortalığa?
Benim işim, soru sormak ya da gidip, gördüklerimi, becerebildiğim ölçüde
aktarmak.
Elbette siyaset uzmanlığım yok, olmasın da zaten, olanları da görüyoruz!
“Bir röportajda aranan her şey var... Hem okutuyor, hem merak uyandırıyor, hem duygulandırıyor” demiş.
Ne mutlu bana!

***

Ama aynı zamanda biraz sakin olmamı tavsiye etmiş.
Valla, sakin olunacak bir taraf yok.
Pazartesi de gittim Silivri’ye, bu sefer Balyoz duruşmasını izlemeye.
Tıklım tıklımdı.
Tabii yansımıyor basına pek, ama ziyaretçi kartlarını, millet birbirine ödünç veriyor, tekrar dışarıda sırasının gelmesini bekliyordu ki yeniden girebilsin diye.
Sırf meraktan izlemeye gelenler de vardı, mutlu oldum.
Aslında Gülşah Balbay gibi pek çok insan var yaşadıklarını anlatmak isteyen.
Sizi sıkmayacak olsam -Ahmet Kekeç beğenmeyebilir ama- günlerce yazarım.
Netice olarak insan hikâyeleri.

***

Ben tarafsız bir şekilde orada bulunuyorum, haklı Kekeç, siyaset bilgim “ocu” ya da “bucu” olmaya zaten yetmiyor.
Tamamen bembeyaz bir kâğıt gibiyim.
Gördüğümü, izlenimlerimi, sorduklarımı, aldığım cevapları olduğu gibi naklediyorum.
Başbakan bile televizyonda, askerlerin tutuksuz yargılanmasının daha isabetli olacağını, o insanların bir yere kaçacak hallerinin olmadığını söyledi.
Bir kısmı yurtdışından gelip kendileri teslim oldu.
Ülkenin başbakanı söylüyor bunu.

***

Yazısını şöyle bitirmiş:
Bir tek şey söylemek istiyorum (Gülşah Balbay’ı teyiden): Beğensek de beğenmesek de, bugün bir ‘Silivri edebiyatı’ var. Üstelik kitap reyonlarında yekûn oluşturmaya başladı. Uzun tutukluluk uygulamasında inat eden ve tutukluluğu ‘istisna’ görmeyen (saymayan) yargının burada biraz düşünmesi gerekiyor.”
Eee bu da zaten benim söylediğimden farklı değil.
Farklı şekilde, aynı şeyi söylüyoruz.
Kekeç de, ben de bu davaların, neden bu kadar uzadığını, neden oradaki bazı isimlerin tutuksuz yargılanmadığını anlamadığımızı soruyoruz...
Di mi ama?
Gülşah Balbay da aynı şeyi söylüyor.
Kısacası Kekeç’in o yazıyı neden yazdığını anlamadım ama hoşuma gitti.
Bir dostluğun başlangıcı olabilir.
Önümüzdeki günlerde bir duruşmaya Kekeç’le birlikte gitmeyi öneriyorum.
Teklifimi kabul etmeyeceğini de bilerek...
Yine de deniyorum...
Gelin birlikte ikimiz bir köşede oturup izleyelim, siz de bana fikirlerinizi söyleyin, ben onları da yazarım, sonra köy domatesleri alıp evlere dağılırız...

“Ya ben gerçekten anlamıyorum. AKP yönetimi için ‘Sezar’ın hakkını Sezar’a teslim etmek’ gibi kaygılarınız niye var? Erdoğan bugüne kadar ‘öteki mahalle’den kimin hakkını teslim etti de, siz hak teslimi konusunda hakkaniyetli davranmaya çalışıyorsunuz?
Ben bu çelişkileri gerçekten anlamıyorum, daha iki gün önce Mustafa Balbay’ın eşinin röportajını yayınlayıp 4 yıldır süren ‘hakkaniyetsizliğin, adaletsizliğin’ geldiği içler acısı noktayı okurlara sunup iki gün sonra da Erdoğan için ‘yıldız’ benzetmesi yapmak samimi mi? Ya da hangisi gerçek sizsiniz? (Ebru E.)”

- Sevgili Ebru. İkisi de gerçek benim. Ve inan samimiyim. Benim vazifem gördüğümü, dinlediğimi aktarmak. Gülşah Balbay’ı dinledim, yaşadıklarını, düşündüklerin aktardım. Ama Başbakan’ın Kanal A’da Silivri’de yatanlarla ilgili söylediği şey, Gülşah Balbay’dan farklı değildi ki. Üstelik bunu da cesur ve tutarlı şekilde söyledi. O programda en çok öne çıkan da oydu. Başbakan, o programın yıldızıydı. Bunda bir çelişki yok. Bu söylediğim ben Başbakan’la her konuda aynı fikirdeyim demek değil ki. Değilim. Orada, o konuda doğru şeyler söyledi, doğru fikri savundu. Niye ben onun gibi düşünmüyorum diye orada da onun hakkını teslim etmeyeyim? Seni öpüyorum, mailin için de teşekkür ediyorum.

Balyoz duruşmasındayım.
Duruşma salonu, bir öncekinden daha kalabalık.
Sadece tutuklu yakınları yok, sırf merakından gelenler de var.
Bu beni mutlu ediyor, ben de gitmeye, izlemeye devam edeceğim, gazeteci olmamın da çok önemi yok, olup biteni bir de kendi gözlerimle görmek istedim, siz de merak ediyorsanız, lütfen gidip, görün.
Orada, benim sözcüklerimin ifade etmeye yetmeyeceği şeyler yaşanıyor.
Gerçekten de bir mahkemeden çok tiyatroya benziyor.
Herkes isyan halinde.
Ve müthiş bir çaresizlik hakim.
Çünkü bir dolu hukuka, gerçeğe aykırı belge, bilgi ve cd’nin, özel olarak suçlayıcı delil olması için hazırlandığını söylüyorlar.
Yurt dışından bilirkişi raporuyla kanıtlıyorlar.
Ama hiçbiri, mahkeme tarafından ciddiye bile alınmıyor, en azından şimdiye kadar alınmamış.
Bir “Bunları biliyor muydunuz” edebiyatı oluşmuş, Silivri edebiyatı gibi.
Bir ton soru soruyorlar...
Gerçekleri, mahkemeden başka türlü gösteren...
Oku oku bitmiyor.
Beni üzen, oradaki insanların kendilerini ifade edecek bir mecra bulamamaları.

* * *

Kapıda Müyesser Yıldız’ı görüyorum, içeri birlikte giriyoruz.
Biraz kilo almış ama yine incecik, yüzüne renk gelmiş, elleri, kolları, kedi tırmığı içinde. Belli ki o meşhur kedisiyle büyük aşk yaşıyor.
Onu orada görmek, tutuklu askerlere de, yakınlarına da iyi geliyor. Bir gün tutukluluklarının sona ereceğine dair umut veriyor.
Balyoz duruşmalarında kadınlar çoğunlukta.
Sevdikleri adamları yalnız bırakmayan kadınlara bayılıyorum.
Güçlü ve dirayetliler.
Yaşasın kadınlar!
Kimi, “Tiyatroya hoş geldiniz...” diyor.
Kimi, “Herkesin istediği adil bir yargılama. Kaçacak halleri yok. Suçları varsa çeksinler ama adil yargılansınlar...” diyor.
Nitekim avukatlar davalara girmeyi reddediyorlar.
Duruşmalar avukatsız yapılıyor.
Savcılar başka mahkemeye devredilmesini talep ettiler.
Mahkeme kabul etmedi.
Avukatsız da duruşma olur pekala” dedi.
Bakalım daha neler göreceğiz...

(Hürriyet gazetesinden alınmıştır)