Ağamoğlu Ali

Derler ki, Buzul Dönemi’nde iklimin sertliği yüzünden insanoğlu kendisine barınak aramak zorunda kaldı. Tarihöncesi mimarlığı buzulöncesi, buzuldönemi, buzulsonrası diye üçe ayırırlar, biliyorsunuzdur.


İnsanın sorası geliyor tabii, “buzulöncesi dönemde ev ihtiyacı yok muydu insanların” diye ama, adı üstünde; buzulöncesi dönem. Demek ki çok da üşümüyormuş insan atalarımız. Ortaya çıkarılan, Buzulöncesi döneme ait alet, edavattan, kılık, kıyafetten o dönemin bir hayli sıcak olduğu sonucuna varıldı, malum. Soğukla değil, daha çok vahşi hayvanlarla, dizginlenmesi gereken bir takım doğa olaylarıyla boğuşuluyor. Öyle bir dönem. Sonrası, yani Buzul Dönemi işleri farklılaştırıyor. Sığınma, barınma ihtiyacı artık kaçınılmaz.


Buzul döneminde ev ihtiyacıyla karşılaşmasaydık ne olacaktı peki? Herhalde siyasi, ekonomik, kültürel bir dolu sonucu olurdu bunun. Çünkü ev’li bir yaşamın neleri değiştirdiği, nelere yol açtığı yazılıdır. “Ne olacaktı peki” sorusuna benim yanıtım belli: Şu Ali Ağaoğlu denen zatla hiç karşılaşmayacaktık. Ne mutluluktu, kimbilir. Demek ki neymiş, Ağaoğlu bize Buzul Dönemi’nin armağanıymış. İçimizin üşümesi bundan.


Ben  kendisini gazete/tv reklamlarında gördüğüm ilk anda bir Donald Trump karikatürüyle karşı karşıya kaldığımızı düşündüm. Bir Amerikan cahili olarak bilinen konut kralı Trump’ı çok ama çok severim ben. Nihat Doğan gibidir bir bakıma. Zeki, çok akıl gerektiren belirlemeleri olan biri. Örneğin, ABD’li kadınların “Obama’nın nasıl biri olduklarını anlamadıklarını, bu yüzden çok sevdiklerini” söyledi bir gün, günüm neşelendi. 70’li yıllarda konutlarının reklamını yaptığı televizyonlarda “erken dönem bir Ağaoğlu”ydu. İnanmayacaksınız, çiftliğinde at binerken konuşmuşluğu da vardır o reklamlarda bu Trump’ın.Tıpkı Ağaoğlu’nun “zevkle” izlediğimiz reklam filminde yaptığı gibi. Bu tür müteahhitlerin halkla ilişkiler anlayışı böyle demek ki. Ev kakalayacaklarını, “beyaz atlı prensini bekleyen tazeler” sanıyorlar. Ormanda at üzerindeki Ağaoğlu da “beyaz bir şey” değil mi, prens olmasa da, beyaz bir şey. Yani Beyaz Türk.


“Garibanlardan ne kadar uzakta olunursa o kadar iyi”
lerin emlakçısı olarak son zamanlarda çok başarılı. Geçmişle geleceği birleştiren bir “zaman yolcusu” adeta. Sen kalk kendini Fatih’le özdeşleştir, sitenin adına 1453’ü de yapıştır. Yoksa at üzerinde şaha kalkmak da bir Fatih tavrı mı?  Dönemin mantığı gereği fetihçi olan Cihan İmparatoru’nu, rantçı göstermek, pek ilginç. Muhteşem Yüzyıl’da “ecdadımıza küfür ediliyor” diye ortalığı ayağa kaldıran ülkücüler/alperenler reklam izlemiyorlar anlaşıldı. Onlar da belgeselci demek.


Başkaları söyledi ama ben de hatırlatayım. Konutunu (şehrini) tanıttığı o reklam filmlerinde bilimselliğe, mimarlık bilgisine rağbet etmeyen, böyle olduğu için de “doğru”yu bulan bir müteahhit durumunda Ali Ağaoğlu.  Yani, hesap, kitap, ölçme, biçme, çevreye uyum gibi bir dolu bilgi Ağaoğlu için önemsiz. Oysa Mısırlılar zamanından beri geometrisiz mimari yoktur. Hiçbir Mısırlı yapı ustası, elinin tersiyle, Ağaoğlu’nun reklamda söylediği gibi “bunlar değil” diye itmemiştir sunulan planı, programı. Mısırlılar dememin nedeni, mimarlık tarihinin onlarla başlatılmasındandır, mimar arkadaşlar bilir. Mısırlılar yapılarda hep aynı boyutta tuğla kullanmakla biliniyorlar. Bir Ali Ağaoğlu olsaydı aralarında o piramitler nasıl yapılırdı, bir düşünün.


Bu konuda uzmanlar gerekli seyi söylerler Ağaoğlu’na. Ev üzerinden yapılan kimi imlemeler çok dikkat çekici benim açımdan. Bir mülke sahip olmak, yaşamdaki “garanti”lerden biri sayılıyor. Evsizliği, “alım gücü var mıdır yok mudur”a bakmadan kişileri ev sahibi yaparak çözeceğini(!) sanan sistemin tek yaptığı, rant yolundan geçerek toplu konut yapan uyanıklar yaratmak. İnsanları dünya yükü borçla ev sahibi yapmanın bir sömürü olduğunu işte bu Ağaoğlu gibiler, konutlarının yanıbaşındaki, -o mahvettikleri ormanı da göstererek-, “ormansa işte orman” özendirmesiyle gizlerler.


“İnsanlar mutlu olsun”
cümlesine de bayıldım Ağaoğlu’nun. “Tek odalı” bir eve sahip olmayı bile mutluluk sayanların çok olduğu bir ülkede yaşadığını unutmuş belli ki. Ama Ağaoğlu’na kalırsa, “ormanı da var” diye onun konutlarını tercih edecek dünya kadar insan var emekçi cenneti Türkiye’de. Olmasını tabii isterdim.


Yanlış bir konut anlayışı olduğu çok açık Ağaoğlu’nun. Kalabalıklardan  (halktan) yalıtılmış mekanlarda “tadı çıkarılacak” bir kent uygarlığı tapınıcısı belli ki. Her şeyin parayla “özel” hale getirildiği günümüzde, kendini özel  hissedenlerin, başka “özel”lerle birleşerek “özel” kentlerde yaşamasını “uygarlık” sanmak gibi bir yanılgısı var çok belli. At üzerindeki beyaz gömlekli haline bakarak söylüyorum, o bir Beyaz Uygarlık Mücahidi. Hayır, para kazanacak sonuçta ama  reklamlarında “felsefe” parçalıyor, o yüzden böyle söylüyorum.


Buzul Dönemi’nde, o dönem insanlarının, yaşanılacak hale getirdikleri o mağaraları yazın serin, kışın sıcak olacak halde nasıl tuttukları hala merak konusudur. İşin dinamiğini, dengesini, geometrisini biliyorlardı belki de.


Yollayacaksın Buzul Dönemi’ne Ağaoğlu’nu mimarinin nasıl bir şey olduğunu o dönem insanından öğrenecek.


İnsanların birbirlerinden kaçmak için değil, bir arada yaşamak için kentler kurduğunu da Yunan site devletlerine gittiğinde öğrenir.


“Nasıl gidecek?”
diye sormayın. Hayal kurmayı biliyormuş ya, öyle diyor, gider.


Benim de içim ısınır.