Geçen hafta Newyork’da BM’nin 73. Genel Kurulu’nda dünya liderleri bir araya geldi. ABD Başkanı Trump’ın Küreselleşmeye karşı olduğunu açıklaması, Fransa Devlet başkanı Macron’un, Trump’a cevap verir nitelikte küresel işbirliğini savunması, Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “Dünya beşten büyüktür” vurgusu ve adalet çağrısı, Yeni Zelanda Başbakanı Bayan Ardern’in Genel Kurula üç aylık bebeği ile katılması liderler zirvesinden akılda kalanlardandı.
Bu yazımda liderler zirvesinden öne çıkanları değil, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın adalet çağrısı üzerinde durmak istiyorum. Erdoğan bir eski Türk İslam geleneği ya da kavramı olan “adalet dairesi”ni hatırlatarak küresel düzeydeki adalet açığına dikkat çekti. Erdoğan şunları ifade etti:
"Medeniyetimizde 'adalet dairesi' diye ifade ettiğimiz toplum, hukuk, devlet yönetimi, devlet gücü, ekonomi ve adalet arasındaki ilişkinin en doğru şekilde kurulup işletilmesini esas alan bir çember vardır. Hepsi de birbiriyle ilişkili olan bu dairenin zincirleri, günümüz dünyasında pek çok yerde paramparça olmuştur. Bugün dünyamızın siyasi, sosyal ve ekonomik istikrarsızlıkların pençesinde kıvranıyor olmasının sebebi işte budur. Hepimizin huzurlu ve güvenli geleceği için insanlığın adalet arayışıyla başlayan mücadelesini, adaletin tesisiyle sonuçlandırmayı başarmak mecburiyetindeyiz. Bugün dünyanın en zengin 62 kişisinin mal varlığı, toplam nüfusun yaklaşık yarısına yani 3,6 milyar insana denk ise burada bir sorun var demektir."
Sn Erdoğan’ın adalet vurgusunu daha iyi anlayabilmek için öncelikle yakın dönemde Batı’daki evrensel değerlere dair gelişmelere bakmak gerekir. 2. Dünya savaşı sonrasında insan hakları, özgürlük, eşitlik gibi kavramların şampiyonluğunu yapan Batı, bugün bu değerlerden hızla uzaklaşmaktadır. Batılı ülkelerde göçmenlere, Müslümanlara karşı yapılan adaletsizlikler adeta artık sıradanlaşmıştır. Irkçı partilerin oylarını artırmaları ve koalisyon olarak iktidarı paylaşmaları ile yabancılara yönelik nefret söylemi artık sorun olarak görülmemektedir. Bazı batılı ülkelerde sadece mülteci karşıtlığı ile siyasal partiler iktidara gelebilmektedir. AB ülkeleri, Mülteciler konusuna sadece sınır güvenliği açısından bakmakta ve bu amaçla bir ordu kurmaktadır. Mülteciler bulundukları ülkede ölseler ya da Türkiye gibi insanlığın vicdanı olmuş ülkelerde kalsalar Batı için adeta hiçbir sorun kalmamaktadır. Bugün evrensel insani değerlerin daha fazla Batı’ya karşı savunulması gereken bir dünyaya evrilmiş durumdayız.
Türkiye açısından bakıldığında, inancımızın da, medeniyetimizin de tarihimizin de en temel değeri ve kavramı adalettir. Önce Adalet ki, özgürlük de, eşitlik de onda mündemiçtir. Asırlarca bize yol göstermiş ve bugün bütün mahkemelerimizde yazılı bulunan “adalet mülkün temelidir” ifadesindeki mülk sadece mal, mülk eşya anlamında değil, düzen, nizam, devlet anlamındadır. Adalet ihtiyacı geleneğimizde “adalet dairesi” vizyonu ve uygulaması ile kurumsallaştırılmıştır. “Adalet dairesi” adalet ile başlayıp adaletle biten siyasal, toplumsal, askeri, mali, ticari, ekonomik bir düzenin kurumsallaşmış halidir.
Yusuf Has Hacib’in 1069’da Kutadgu Bilig’de, Kınalızade Ali Efendi’nın 1564’de yazdığı Ahlak-i Alai’de ve Türk İslam geleneğinin önemli pek çok eserinde adalet dairesinden bahsedilir. Geleneğimizdeki her şeyin temelinin adalet olduğu, adaletin tesis edilmediği durumlarda devletin ve mülkün söz konusu olamayacağına, halkın da mutluluğunun sağlanamayacağına dair inanç, görüş ve yaklaşım adalet dairesi olarak adlandırılır. Adalet dairesinde ya da çemberinde, dünya ve ülke düzeni adaletle başlayıp adaletle biten halkalara benzetilir.
1) Dünyanın selametini ve devlet düzenini sağlayan şey ilk halkadaki adalettir.
2) İkinci halkada, dünya, duvarı devlet olan bir bağa, bahçeye benzetilir.
3) 3. Halkada devleti düzenleyen hukuktur.
4) 4. Halkada hükümdar olmadan hukukun korunamayacağı ifade edilir.
5) 5. halkada asker olmadan hükümdarın devlete sahip olamayacağı belirtilir.
Çemberin sonraki halkalarında ise mal(vergi) olmadan asker toplanamayacağı, malı toplayacak olanın da halk olduğu üzerinde durulur. Dairenin son halkasında ise, başında olduğu gibi yine adalet vurgusu vardır. Çünkü, vergi verebilmesi için belirli bir gelire sahip olması gereken halkı yönetime itaat ettiren şey adalettir. Şeyh Edebali’nin “insanı yaşat ki devlet yaşasın” sözü, insan-adalet-devlet ilişkisinin özü gibidir.
Bugün küresel düzen ciddi bir şekilde sorgulanıyorsa, Sn Erdoğan’ın sıklıkla vurguladığı şekilde BM’nin acil revizyonuna ihtiyaç duyuluyorsa, hiçbir sorumlulukları olmadığı halde masum insanlar, kapılar yüzlerine kapatıldığı için, o kıtadan bu kıtaya koşturuyorsa bu düzen böyle süremez. Çaresizlikten ölüme mahkum edilen bebeklere, suçunuz neydi diye sorulsa, alınacak yanıt insanlık ve hepimiz için ağır bir mahcubiyet, ağır bir utanç değil midir? Türkiye Cumhurbaşkanının adalet dairesi vurgusu, bütün bir dünyanın yaşanan zulümlerin altında kalmaması için Batıyı da kurtarmayı amaçlayan bir çağrıdır. Çünkü Büyük Selçuklu veziri Nizamül Mülk’ün 1000 yıl önce işaret ettiği gibi “Küfür ile belki ama zulm ile abad olunmaz”.