Abdullah Gül konuşanlara cevap verdi: 'Siz işinize bakın... Biz Tayyip Bey'le hallederiz...'
Konuşmaya baktığınızda “Sanki başka bir şey söylüyormuş gibi” bir hava var...
Oysa Abdullah Gül’ün sözleri, basın sorumlusu Ahmet Sever’in sözlerinin aynısının devamı...
Ne diyor Abdullah Gül?..
“Cumhurbaşkanlığı seçimleri günü geldiğinde Tayyip Erdoğan’la oturur ne yapacağımızı konuşuruz... Bizim aramızda kardeşlikten öte bir hukuk var...”
Ne bu sözlerin anlamı:
“Tayyip Erdoğan adaylığını koyarsa adaylığımı koymayacağım... Fakat benim ne yapacağım da dahil, neler olacağına oturup onunla beraber karar vereceğiz... Öyle kolay kolay devre dışı kalmam...”
Basın danışmanı konuşunca ne demiştik:
“Abdullah Gül, Tayyip Erdoğan’a rağmen cumhurbaşkanı adayı olacağım demiyor... Erdoğan cumhurbaşkanı olunca Başbakanlık ve AKP Genel Başkanlığı dahil, kendi seçeneklerini ortaya koyuyor...”
Abdullah Gül ne dedi dün?..
“O gün geldiğinde neler yapacağımızı Tayyip Bey’le beraber oturur konuşuruz...”
Peki konuşmanın hassas mesajı kime?..
AKP’de kendisini üzdüğünü söylediği birkaç yöneticiye...
Ne o mesaj:
“Günü geldiğinde beraber karar veririz... Bizim Tayyip Erdoğan’la hukukumuz kardeşlikten ötedir...”
Yani...
AKP’de basın danışmanının kendisini üzdüğünü söylediği kişiler ‘üzmediler’ demiyor...
Onun yerine onlara şöyle söylüyor:
“Biz beraber karar veririz... Siz işinize bakın...”
Bundan sonra top artık Tayyip Erdoğan’ın elindedir...
MEDYA ELEŞTİRİLERİ
HİLMİ ÖZKÖK’E YAPILAN LİNÇ!..
Aylarca, yıllarca medya tarafından yerin dibine batırıldı Hilmi Özkök...
Kulüp yöneticisiyken ziyaret etmişliğim dışında, kendisiyle hiçbir yakınlığım yok...
Fakat kimseye birşey yapmamaya çalışan bir adama, bu kadar çok şeyin reva görülmesi “gaddar bir hesabın ürünü olarak geldi bana hep...”
İki gündür Ergenekon davasında tanık olarak verdiği ifadelere bakıyorum...
Eski silah arkadaşlarını “suçlamamaya, tanık olarak kendi ifadelerinden yeni mahkumiyetler yaratmamaya” aşırı özen gösteriyor...
Karargaha sefertasıyla yemek getirmesini bile hala “sağlık meselelerine” bağlayacak kadar dikkatli davranıyor...
Kimse “Koskoca Genelkurmay Başkanı’na karargahta sağlığına uygun yağsız yemek yapılamıyor muydu?..” diye aklından geçirmiyor...
Ergenekon şemasına “içinde mantıksızlıklar vardı” diye görüş bildiriyor...
Muhtıra isteklerini geri çevirdiğini söylüyor...
Konuşurken ne gerçekleri tersyüz ediyor...
Ne de eski silah arkadaşlarını töhmet altında bırakacak kolaycı yorumlara sapıyor...
Sapına kadar duruşunu devam ettiriyor...
Kendi ifadelerinden kimsenin mahkum olmaması için uğraşıyor...
Bu adamı linç etti medya...
Neden Nurseli İdiz’in bir sözünde gizlidir:
“Medya korumasız olduğunu hissettiği kişilerin üzerine abanır...”
CEM YILMAZ’IN KAYINPEDER SORUNSALI...
Cem Yılmaz’ın hamile olan eşini babasından istemeye İzmir’e gittiği günlerdi...
Kendim de zamanında ailemi almadan sembolik olarak kız istemek için İzmir’e gittiğimden, olayı daha bir içselleştirerek izlemeye koyulmuştum...
Yaşam tarzımız, kültürümüz, kendimizin tuzluk gibi oturup evleneceğimiz kıza büyüklerimizin karar vereceği bir müktesebatı içermiyor...
Annemle babamı İzmir’e götürsem, kendimi “kız istemeye gidilen evde” yabancı gibi hissedeceğim diye düşündüm...
Öyle ya kararı benle eşim vermişiz...
Babayla anne, sevgilimin annesine ve babasına hiçbirinin dahlinin olmadığı bir konuda “istekte bulunacak, onlar da onay verecek...”
Böyle sanal şeylerden, aslında olmayan gerçeklerin tiyatrosundan nefret ederim...
“Siz gelmeyin... Ben o sembolik jesti yapar, annesiyle babasıyla tanışırım...”
Belli ki Cem Yılmaz da, yaşına, başına, şanına, şöhretine, müktesebatına yakışmayacak bir “kız isteme töreni” yerine, damat olarak kayınpederle tanışmaya gidiyor...
Aman Allahım o ne biçim tanışmaydı öyle...
Kayınpeder, “Cem’le oturduk konuştuk... Onu severim...” türünden bir sürü anlamsız detayı kendi yorumlarıyla harmanlayarak medyayla paylaşıyor...
Kayınpederin sözlerinden ben sıkılmıştım Cem’in yerine...
Belli ki, o da sıkılmış fakat belli etmemiş... O gün bugündür, kayınpederle irtibat kesilmiş...
Şimdi kayınpeder torun üzerine konuşuyor:
-”Torunumun doğduğunu bile arkadaşlarımdan öğrendim... Böyle dedelik olur mu?.. Bana haber vermediler bile... İsteseler de torunumu görmeye gitmem...”
Anlaşılıyor ki Cem Yılmaz’ın ağır bir kayınpeder sorunsalı olacak...
Hayırlısı bakalım...
GÜNÜN ANLAMLI SÖZÜ
SEVGİNİN OLMADIĞI YERDE KORKU VARDIR...
“Eğer sevmeyi seçmezsem, yani sevgimi kendime saklarsam o anda ruhsal bir boşluk oluşur ve bu boşluğu doldurmak için korku bir sel gibi hızla gelir ve tüm benliğimi kaplar...
Her düşünce ya iyileştirir ya da zarar verir...
Düşüncenin sonsuz yaratma gücü, neyi düşünmeyi seçtiysek onun üzerinde bir etki yaratacağını bize taahhüt eder...
Korku benim başkaları ve kendi hakkımdaki düşüncelerimi etkiliyordu...
Başka birinin gölgesine odaklandığımda, öfkeli, kontrolcü, merhametsiz, hilekar, çıkarcı gölgemin etkilerini silemez oluyordum...
Başkalarını suçlama ve eleştirme karanlığına girdiğimde, kendi ışığıma karşı kör oluyor ve daha iyi olan benliğimi bulamıyordum...
Var olmamın temel sebebini unuttuktan sonra -içimde yaşayan tanrısal ışığın kıymetini bilmediğim için- kendi değerlerimi unutup, kendi kendini yok eden bir davranışın tuzağına düşüyordum...
Kendimi sabote eden hangi etkileşime girersem, o bana gerçekte kim olduğumu unutturuyordu...
Başkalarına da saldırsam, kendime de saldırsam durum değişmiyordu...
Gölge beni deliliğe ve yıkıma teşvik ediyordu...
‘O bana beni işe alacağını söyledi ama almadı... Aşağılık herifin teki...’
‘Onun politikaları midemi bulandırıyor... Ona tahammül edemiyorum...’
‘Doktorun ne dediği önemli değil... Kekin hepsini ye!..’
Dünya korkunun yarattığı bu düşünceler tarafından yönetiliyor...
Bizler gölge kaynaklı inançlarla, sürekli güçlendiriliyoruz...
Yaratıcı ile yaratılan arasında paylaşılan sevgi tecrübesinin, yani duanın veya meditasyonun olmadığı yerde, kişileri ya da olayları sevgisiz algılamaya kolayca kışkırtılırız...
Böylece gölgenin bölgesine girmiş oluruz...
Birini suçlarken, ona zarar verirken, kendinden nefret eden veya alışkanlık yapan bir davranışa odaklanırken gölge çirkin bir etki yaratır...
Çoğumuz sabah kalkar ve etki altında aklımızı gölgeye teslim ederiz...
İlk yaptığımız şey bilgisayarı açmak, gazete okumak, televizyon ve radyodaki haber programlarını açmaktır...
Medyada gördüğümüz tüm dünyadan gelen kötü haberler yüzünden, kültürümüzü yöneten korku tohumlarını beynimize saçarız...
Oysa ki beynimizin yeni izlenimlerden etkilenmeye en açık olduğu vakit sabah vaktidir...
Bunu bildiğimiz halde yine de bu tür haberleri o zaman diliminde takip ederiz...
Sonuçta kendimizi depresyona girmiş, mutsuz, keyifsiz ve huysuz hissederiz...
Dünya korku tabanlı düşünce merkezi tarafından yönetiliyor...
Ölümlü dünyada ilk konuşan korku oluyor ve en yüksek sesle konuşan da korku...
Sabah yapacağımız beş dakikalık meditasyon bile gün boyunca düşüncelerimizi Aydınlatıcı’ya doğru yönlendirmeyi garantiler...
İçimizde kutsal olanı günlük hayatlarımıza yansıtabilirsek dünya bizim için çok güzel bir yer haline gelir...
Sürekli bir şeylerle meşgul olmak bizim düşmanımızdır...
Aşırı TV, aşırı bilgisayar, dışarı kaynaklı herşey dingin ve yansıtıcı düşünce içinde bulunan ışığımızı köreltir...
Sessizlik bizim davranış tarzımızdır...”
(Marianne Williamson’un Sadece Işık Karanlığı Dağıtabilir isimli çalışmasıdan...)
(Vatan gazetesinden alınmıştır)