AB Komisyonu geçen hafta içinde Türkiye ile ilgili bir rapor yayınladı. AB için yüz karası olacak bu raporun ilginç tarafı, Türkiye-AB müzakereleri ağırlıklı olması gerekirken, daha çok Kıbrıs ile bağlantılı olması. Dengesiz ve taraflı hazırlanan bu raporun maksadı akıllarınca Türkiye’yi kötülemek ve köşeye sıkıştırmak.
Raporun Kıbrıs ile bağlantılı bu raporda ilk gözümüze çarpan, Kıbrıs Rum Yönetiminin 4’üncü Cumhurbaşkanı Glafkos Klerides döneminde AB’ye üyelik başvurusu yapılırken “AB’ye üye olalım, sırtımızı Avrupa’ya dayalım, Osmanlı döneminde olduğu gibi Avrupa’nın korumacılığı ve desteği ile Türkiye üzerinde baskı oluşturup Kıbrıs adasının tümünü geri alalım” felsefesinin halen geçerli olduğu. Bu nedenle de AB Komisyonunun hazırladığı Türkiye Raporu objektif ve dengeli değil. Rapor hazırlanırken Yunanistan ve Kıbrıs Rum Yönetimi AB Milletvekilleri olağanüstü bir çaba sarf edip tüm isteklerini, Makyavelli’nin tavsiyelerini ilke edinip her yolu deneyerek rapora koydurdular. Zaten yapabilecek başka bir şeyleri de yoktu. Askeri güçleri yetse çoktan Türkiye’ye saldırmış, Kıbrıs adasını da işgal etmiş olurlardı zira Kıbrıslı, Yunanistanlı, Yunan kökenli Amerikalı, AB’li veya da başka bir ülkede yaşayan Helenlerin tümünün hayallerini hep bu pembe rüya süslüyor. Bir gün bu hayalin gerçek olacağına inanıyorlar, kiliselerinde dualar ediyorlar ama zaman zaman da sabırları taşıyor ve bu düşüncelerini davranışları ile açığa vuruyorlar aynen Ege’de Türkiye’den bir sigara içimi uzaktaki küçük bir kayalığa Yunan Bayrağını diken söz konusu üç kişi gibi… Maalesef beyinleri daha küçük yaştan Türk düşmanlığı ile yıkanıyor ve olgun yaşa geldiklerinde neredeyse tümü de içlerinde bir Türk düşmanlığı ve nefret duygusu taşıyacak hale geliyor, daha doğrusu bilinçli bir şekilde getiriliyor.
AB, Rapora Kıbrıs konusunu da karıştırarak Kıbrıs konusunda daha başından beri yanlış temeller üzerine oturttuğu görüşlerinin tekrarlamış ve aklınca zevahiri kurtarmış. Crans Montana’da Kıbrıs Rum tarafının maksimalist isteklerinin, “sıfır asker, sıfır garantörlük” gibi Kıbrıs konusunun özü ile bağdaşmayan, adayı Rum egemenliğine sokacak ve Megali İdea emellerine hizmet etmeye yönelik talepleri nedeni ile çöktüğünü ve artık bu şekilde de müzakerelerin devam edemeyeceğini unutmuşa benziyor AB Komisyonunun Röportörü ve Helengir (Yunan sempatizanı) üyeleri.
Kıbrıs Rum tarafının AB’ye güvenerek, 1960 yılında Kıbrıslı Türklerin de ortaklığı ile kurulmuş olan Kıbrıs Cumhuriyetinin kendilerine ait olduğunu sanmalarını ve doğalgaz konusunda tek taraflı hareket etmek istemelerini AB’nin desteklemesi ve üstelik de bunu Türkiye Raporunun içinde endirekt olarak koymaları, adil olmaktan öteye nasıl tarafgir olduklarını ortaya koyuyor. Rapora yazdıkları “Ege Denizi ve Akdeniz'de artan gerilim, iyi komşuluk ilişkilerine yardımcı olmamakta ve bölgedeki güvenlik ve İstikrarı azaltmaktadır” cümlesi ile “bir üye ülkeyi tehdit etmeyin” cümlesi, direkt olarak Türkiye-Yunanistan ve Türkiye-Kıbrıs Rum Yönetimi ilişkilerini ima etmekte.
Bu cümleler gerçekte, Crans Montana’da son bulan, çöken ve BM’yi de yıldıran “Kıbrıs müzakereleri sürecinin” neden başarısız olduğu ile başarısızlığa neden olan Kıbrıs Rumlarının ilke, hedef ve tutumlarını ortaya koymakta. Açıkça, Kıbrıs Rum tarafı AB üyeliğini istismar etmekte ve tepe tepe kendi çıkarları için kullanmakta sadece. AB’ye verdiği hiçbir şey yok ama AB de, Kıbrıs Rum Yönetiminin parasal ve politik olarak kendisini sağdığının ve üyeliğini suiistimal ettiğinin farkında olmasına rağmen hala daha sırtında taşımakta ısrar etmekte. Bu nedenle de Doğu Akdeniz’i politik ve stratejik olarak tek yanlı değerlendirebilmekte, uzun vadeli ve kendi çıkarlarına hizmet edebilecek doğru bir stratejiyi de belirleyememekte. Avrupa Birliği Rumların, Türkiye’yi İtalya ve Fransa ile karşı karşıya getirme oyununa alet olacağına, bu oyunların kurulmasına mani olması ve AB’nin uzun vadeli bölgesel çıkarları için Türkiye ile dost olunması stratejisini belirlemesi gerekmekte.
Bana göre, Rumların ve Yunanlıları güdümüne girmiş AB, Türkiye’ye düşmanca davranarak çok şey kaybeder ama artık bölgesel bir güç olmuş Türkiye, AB’nin bu davranışı ile günümüzdekinden daha fazla bir şey kaybetmez…