22-25 Mayıs tarihleri içinde Avrupa Birliğine üye ülkelerde yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinden sonra Avrupa Birliği'nin siyasi yapısı kökten değişime uğradı.
Bizler KKTC'de yerel seçimler ve Anayasa oylaması ile uğraşırken, Brüksel'de radikal değişimler yaşanıyor. 26-27 Haziran, Perşembe ve Cuma günleri Brüksel'de toplanan Avrupa Birliğine üye ülkelerin yöneticileri, Ekim ayında Portekizli Jose Manuel Barroso’dan boşalacak AB Komisyon Başkanlığı, diğer bir tanımlamayla da Avrupa Birliği Başbakanlığı koltuğuna oturacak kişi üzerinde uzlaşmaya varmaya çalıştı.
Kimin "Avrupa Birliğinin Başbakanı" olacağı Temmuz ayı içinde Avrupa Parlamentosu'nda yapılacak seçimle kesinlik kazanacak. Kararı çoğu yeni olan AP milletvekilleri verecek. Oylamada salt çoğunlu alan, yani 751 üyeli Avrupa Parlamentosu'nun 376 milletvekilinden oy almayı başaran aday AB Komisyon Başkanı olacak.
Elle tutulan 2 aday var şimdilik. Üçüncü olan Danimarkalı aday daha şimdiden elenmiş konumda. İkinci konumdaki ise Sosyal Demokrat Martin Schulz. Şansı pek yok gibi. Bunun nedeni de, oylamada devletlerden ziyade AP içindeki grupların etkili olacağı gerçeği ve Avrupa Parlamentosu içinde Schulz'un üyesi olduğu Avrupa Sosyal Demokrat Partisi'nin 751 sandalyeden 190'ına sahip olması. Seçilmek için gerekli olan 376 sayısının neredeyse yarısı ve illaki başka bir grubun desteğine gereksinimi var.
Avrupa Parlamentosu'nda Muhafazakarların 213 sandalyesi, Liberallerin 64 sandalyesi , Sağ ve Popülist partilerin ise toplamda 143 sandalyesi var. Durum biraz karışık. Hiç bir parti bloğu çoğunluğa sahip değil.
İki adaydan en güçlü olanı Lüksemburg'un eski ve istifaya zorlanmış Başbakanı, Hrıstiyan Demokrat, diğer bir tanımlamayla da "Muhafazakar" Jean-Claude Junker, geçen hafta yapılan Liderler Zirvesinde 28 üye ülkenin 26 liderinden destek aldı. Almasına aldı ama bu sadece aday olabilmesi için yeterli. Bir başka AP milletvekili de halen aday olmak şansına sahip. Buna karşın Junker'in avantajı 22-25 Mayıs’ta düzenlenen Avrupa Parlamentosu (AP) seçimlerinde Hristiyan Demokratlar (EPP) tarafından AB Komisyonu Başkanlığı için aday gösterilmesi. Diğer adaylarda böylesi bir avantaj yok.
Junker, her ne kadar Lüksemburg'un eski başbakanı ve Euro Bölgesinin de eski başkanı olsa da, göze batacak ve dikkat çekecek kadar da sorunlu tarafları var.
İngiliz gazetelerine göre ailesi II. Dünya Savaşında Nazilere büyük destek vermiş.
Aşırı sigara kullanmasının ise AB’nin sigara karşıtı uygulamalarına darbe vuracağı görüşü var.
En önemlisi de Junker'in tescilli bir "Derin Devletçi" olması.
Son 18 yıldır Lüksemburg'un Başbakanlık koltuğunda oturan Jean Claude Juncker, Lüksemburg İstihbarat Servisi (SREL) ile bağlantılı bir skandal nedeni ile ve başkanı olduğu koalisyonun küçük ortağı olan Sosyalistlerin skandal sonrası açıklanan metinde "Erken seçim talebi" bulunması gerekçesi ile Başbakanlıktan istifa etmişti.
Junker'e yapılan suçlamalar, kendisine direkt bağlı olan SREL’in 2003-2009 arasında ülkenin lideri Grandük Henri’nin aralarında bulunduğu birçok kişiyi kanunsuz olarak dinlemesine, yolsuzluklara karışmasına ve çalışanlarının kişisel kazanç amaçlı lüks araç satışı yapmasına göz yumduğu iddiasına dayanıyor.
Buna karşın avantajı ise Euro Başkanı iken Ekonomik krizle mükemmel bir şekilde mücadele etmesi ve AB içinde Fransız-Alman işbirliği ekseninin kesişme noktası veya odağı olması...
Başbakan Erdoğan ile arasının "çok iyi" olmasına rağmen, Türkiye'nin üyeliğine karşı, Kıbrıs Rum Yönetimini destekliyor ve KKTC adını duymak bile istemiyor....
Ata ATUN
e-mail: ata@kk.tc
http://www.twitter.com/ataatun
http://www.ataatun.com
30 Haziran 2014