Sorunun tek kelimelik cevabı:
“Zorbalıktır.”
Bin yıl sürecek denilen süreç 10 yıl bile sürmeden iflas etti.
* * *
28 Şubat’tan ders almak demek, “zorbalık yapmaktan vazgeçmek” demektir.
Peki soralım o zaman:
Laik kesim de, muhafazakâr kesim de...
“Bu topraklarda bir daha zorbalık egemen olmasın” anlayışında buluştu mu?
Her iki kesim de “güce dayalı siyaset yapma alışkanlığı”nı terk etti mi?
İki taraf da birbirini anladı mı?
Ne gezer!
* * *
İşte bakın:
“Laik” dediğimiz kesim, hâlâ aynı yerde duruyor.
İçlerinden bir kısmı “bükemediği bileği öpme” noktasında...
Bir kısmı ise “dik duruyoruz” diyerek eski “zorbalık” günlerinin özleminde...
Tümü bekliyor...
“Keser döner sap döner / gün gelir hesap döner” diye rövanşı bekliyor.
“Türban” gibi en önemli insan hakkı konusunda bile doğru dürüst bir uzlaşmaya yanaşmıyorlar.
Bir kısmı “bunlar şimdi güçlü durumda, kızdırmaya gelmez” diye geri adım atıyor, bir kısmı ise “dik durma” adına türban yasağını savunmaya devam ediyor.
“Muhafazakâr-Dindar” dediğimiz kesim ise kendilerine yapılan zorbalıklardan, “artık hiç kimse hiç kimseye zorbalık yapmamalı” dersini çıkarmış görünmüyor.
Onlar da “zorbalık yapma hakkı”nı ele geçirmenin sağladığı özgüvenle “artık sıra bizde” kahkahaları patlatıyorlar.
Tek korktukları şey:
O hakkın bir kez daha karşı tarafa geçmesi.
Çünkü karşı tarafın rövanş için beklediğini gayet iyi biliyorlar.
O yüzden iktidar ipine sımsıkı sarılıyorlar.
O yüzden en çetin kavgalarını bile barışla sonlandırıyorlar.
* * *
28 Şubat’tan ders alınsaydı:
- Herkes “Zorbalık mı? Bir daha asla” derdi.
- “Gücü gücüne yetene” anlayışı yer ile yeksan olurdu.
- “Tahammül” geçer akçe olurdu.
- En temel insan hakları konusunda bir uzlaşmaya varılırdı.
- “Ülkeyi dışarıya şikayet etme” gibi bir suçlama söz konusu olmazdı.
- Seçilmiş milletvekilleri “içeride” tutulmazdı.
- Bütün yelkenleri özgürlük rüzgârları şişirirdi.
- Gazetecileri susturmak için sofistike yöntemler icat edilmezdi.
* * *
Olup bitene baktıktan sonra söylediğim şudur:
Ne 28 Şubat’ın zalimleri, ne de 28 Şubat’ın mazlumları 28 Şubat’tan bir ders aldılar.
Sadece yer değiştirdiler.
- BİR: Faşistin, zorbanın, katilin, caninin, katliamcının Türk’ü, Ermeni’si olmaz. İyilik ya da kötülük milli özellik değildir, insani özelliktir.
- İKİ: Bir millet topyekûn katil olamayacağına göre “Türkler Ermenileri katletti” denmez.
- ÜÇ: Bir millet topyekûn katil olamayacağına göre “Ermeniler Türkleri katletti” denmez.
- DÖRT: Her milletin tarihinde kara lekeler olması muhtemel olduğuna göre “Türk tarihinde tek bir kara leke yoktur” denmez.
- BEŞ: Her milletin tarihinde kara lekeler olması muhtemel olduğuna göre “Ermeni tarihinde tek bir kara leke yoktur” denmez.
- ALTI: Bir katliamı, başka bir katliamla meşrulaştırmaya kalkışmak en azından ayıptır.
- YEDİ: 1915’te Ermenilere yapılan kötülük ile 20 yıl önce Hocalı’da Azeri Türklerine yapılan kötülük arasında taraf tutulmaz.
- SEKİZ: Sadece Ermenilere yapılan kötülüklere odaklananlara öfkelenmeden önce kendine sor: “Acaba ben de sadece Türklere yapılan kötülüklere mi odaklanıyorum?”
- DOKUZ: Sadece Türklere yapılan kötülüklere odaklananlara öfkelenmeden önce kendine sor: “Acaba ben de sadece Ermenilere yapılan kötülüklere mi odaklanıyorum?”
Ferdİ Tayfur, “Ata Demirer senaryomu çaldı” dediğinde ben de herkes gibi burun kıvırdım.
Neden?
Çünkü sansasyon peşinde koşanların yegane sığınağı haline geldi, “senaryomu çaldılar” iddiasıyla ortaya çıkmak.
Ferdi Tayfur’u da o kapsamda değerlendirdim.
Kendisi beni affeder mi bilmiyorum ama Allah’tan af diliyorum bu önyargım nedeniyle...
Çünkü olayın ayrıntılarına bakınca Ferdi Tayfur’un gayet haklı olduğuna dair işaretler alıyorum.
* * *
Düşünün:
Ferdi Tayfur ile Ata Demirer 2009 yılında bir televizyon programında bir araya geliyorlar. Ferdi Tayfur programında bir senaryo yazdığından söz ediyor. Filminin hikayesini üç cümleyle özetliyor. Şöyle diyor:
“Film Almancı, eski bir boksörü anlatıyor. Almanya’dan kesin dönüş yapıyorlar. Annesi, babası, yatılı okuyan bir kızı var. Üst katlarında oturan hatun bir kiracıları var. Bir bağlama icat ediyor. Gurbetçilerimizde vardır böyle bir heves. Sazının peşine düşüyor. Müthiş bir komedi”.
İş burada bitmiyor.
Ferdi Tayfur, Ata Demirer’den filmde başrol oynamasını istiyor, o da “senaryoyu gönder Ferdi Abi” diyor.
* * *
Ferdi Tayfur senaryoyu gönderdi mi bilmiyoruz.
Ata Demirer senaryoyu bire bir çekti mi bilmiyoruz.
Ama bildiğimiz bir şey var:
Filmin ana öyküsünün fikri Ferdi Tayfur’dan çıkmış.
Yani bire bir intihal olduğu kuşkulu ama esinlenme olduğu su götürmez gerçek.
En azından ben artık şunun farkındayım:
Ferdi Tayfur hepten boş konuşmuyor ve Ata Demirer gerçekten de töhmet altında.
HÜKÜMETE yönelik bir iki kelam edince bazı hükümet yanlısı okurlarımız hemen çıkışıyorlar:
“Sen kimsin ki koskoca başbakanımıza...”
CHP’ye yönelik bir iki kelam edince bazı CHP yanlısı okurlarımız hemen çıkışıyorlar:
“Sen kimsin ki koskoca CHP’ye...”
* * *
Cevap veriyorum:
Ben hiç kimseyim.
“Hiç kimse” olmanın en keyifli tarafı işte budur:
“Koskoca” falan dinlemez lafını söylersin.
Türkİye Cumhuriyeti devleti, çifte vatandaşlığı teşvik etmektedir.
Merve Kavakçı çifte vatandaşlık hakkından yararlanarak Amerikan vatandaşı oldu.
Ancak bu işlemi yaparken “izin alma” gibi bürokratik bir işlemi yerine getirmedi.
Herkes biliyordu:
Bu işlemi yaptırmayan binlerce vatandaşımız vardı ve hiçbiri vatandaşlıktan çıkarılmamaktaydı.
Ama Merve Kavakçı olayında bu sözde açığın üzerine mal bulmuş mağribi gibi atlandı, inanılmaz bir hızla Kavakçı vatandaşlıktan çıkarıldı.
Böylece...
Dünyada “Milletvekilini türbanlı olduğu için Meclis’ten atan ülke” durumuna düşülmemiş oldu.
* * *
Oysa herkes biliyor ki...
Merve Kavakçı’ya mavi gökyüzünü dar edenlerin vatandaşlıkla falan ilgilendiği yoktu.
Tek mesele: Kavakçı’nın başındaki örtüydü.
Kavakçı’ya haddi bildirildi yani...
Hem de ne bildirme!
- Mesela dönemin Cumhurbaşkanı kendisini televizyon ekranlarından “ajan provokatör” ilan etti.
- Mesela dönemin DSP Milletvekilleri kendisinin yaklaşmasını engellemek için kürsüyü işgal ettiler.
- Mesela dönemin DSP milletvekilleri “dışarı / dışarı” diye tempo tuttular.
- Mesela dönemin DGM savcısı, durumdan vazife çıkarıp Merve Kavakçı hakkında 312’den dava açtı.
- Mesela dönemin DGM savcısı, polis eşliğinde Kavakçı’nın evini bastı.
- Mesela Kavakçı’nın iki küçük kızı okulda yuhalandı.
- Mesela kültürel hegemonyayı temsil eden kim varsa Merve Kavakçı’ya dünyayı zindan etmenin gönüllü neferliğini üstlenmiştir.
* * *
İşte bu yüzden...
Merve Kavakçı’nın hakkı teslim edilmelidir. Meclis’te grubu bulunan bütün partilere bir kez daha sesleniyorum:
Lütfen harekete geçin.
Unutmayın ki:
Merve Kavakçı’ya yapılan ayıbı temizlemeden hiçbir ayıbı temizleyemezsiniz!
(Hürriyet)