28 Şubatçıları Suriye'ye verelim!

Adamların ideallerini biliyoruz 'askerlerin denetiminde işleyen hiyerarşik örgütlenmiş bir yönetim modeli.'

Aşağıda bir meclis olabilir ama bu mecliste kimlerin, hangi grupların, hangi görüşlerin yer alacağına da bu yönetimin tepesindekilerin karar vermesi şartıyla. Önce bir çağdaşlaşma planını uygulamak üzere reform hükümeti kurarak işe başlanabilir.

Bu hükümette görev alacak olanların, her devrin adamları olması öncelikli bir tercih sebebidir. Bu hükümet çağdaşlaşma planını hazırlayan, Batıcı grubun plan hedeflerini gerçekleştirmek üzere oluşturulmuş meclisle birlikte uyum içinde çalışmayı taahhüt etmelidir. Hükümet içindekilerden bazıları veya tamamı sözlerinde durmazsa önemli değil, toptan veya kısmen değiştirebilirler.

28 Şubatlar ölmez!

Meclis içinde yer alanların başta üzerine yemin edecekleri metin, ayrıntılı bir şekilde düzenlenip hazırlandığı için, yeminlerine sadık olmayanların nasıl bir akamete uğrayacağı önceden bellidir. Dolayısıyla böyle bir düzenin uyum içinde, hatta İsrail'le ABD'yle, bir kısım Batılı çevrelerle çağdaş hedeflere doğru birlikte ilerlemesinde bir sorun olmayacağı düşünülmektedir.

Böyle bir uygulamanın tarihsel fırsatının Türkiye'de kaçmış olması akla geldiğinde, derin bir üzüntüye neden olabilir. Sayıları hiç de az olmayan 12 Martçı, 27 Nisancı, 28 Şubatçı, sanatçı, bürokrat, sendikacı, akademisyen, iş adamı yani bildiğimiz kapitalist ve elbette ki öncü kuvvet olarak avangart pozisyonunda bulunan bu taifenin askeri kanadını kimsenin üzmeye hakkı yoktur. Tarihsel şartlar değişmiş olsa da, onların bu geleneği sürdürme konusundaki ısrarları ve tutarlılıkları dikkatten kaçmamalıdır.

Üstelik 1997'nin 28 Şubat'ında tarihsel şartların değiştiğini fark edememiş olmalarının da suçlusu herhalde kendileri değildir. Ülkemizin ünlü tarihçileri, mesela İlber Ortaylı, Halil İnalcık siyaset bilimcilerinden Kemal Karpat zahmet buyurup hiç olmazsa tarihin değiştiğini ikna edici şekilde delilleriyle yazmak yerine, birebir anlatamazlar mıydı? Yine her ne kadar itibar etmeseler de, bazı sosyologlar ya da iktisatçılar adamları "Kemalist devrim modeli" etrafında kışkırtacak yerde, bunun artık bu ülkede mümkün olmadığını ortaya koysalardı daha iyi olmaz mıydı?

Her neyse, olan olmuştur. Türk Baasçılarının Türkiye'de özgün bir model zannettikleri şeyin uygulanma fırsatı kaçırılmıştır. Bu meseleyi anlamamakta ısrar eden Türkler için bu bir kayıp olabilir. Ama esas kayıp, bu özgün modeli, Türkiye'de uygulamak isteyen, büyük emek ve çaba harcadıkları anlaşılan Batı Grubu'nun bu birikiminin memleket açısından yaratacağı değerin kullanılamamış olmasıdır.

Suriye'ye dostluk eli

Onun için "bari biz yararlanamadık, insanlık açısından bunun bir faydaya dönüştürülmesi gerekmez mi?" Meseleyi yargıya, hukuka intikal ettirmek yerine, uluslararası ilişkilerde yeni bir açılım yaparak, bir model ihracı ya da var olan hayatiyetini kaybetmiş Baas rejimine katkı yapacak zinde bir güç olarak, komşuluk dostluk gibi tarihsel bağların hatırına Suriye'yle görüşerek halletmenin mümkün olduğunu görmek gerekir.
Türk Batı Grubu'nun Türkiye'de bulamadığı Baas tipi uygulama modelini, hazır bu zemini kaybetmemiş ama sorunlar yaşayan bir ülkede bulması, Suriye açısından oldukça faydalı olabileceği gibi, Türkiye açısından da komşu ülkeye uzanmış bir dostluk eli olarak kabul edilebilir.

Ve fırsattan istifade, Annan planının daha kapsamlı şekilde uygulanması için bir imkânın bile, hâsıl olma ihtimali ortaya çıkabilir. Hatta Suriye rejimi, bu zinde güçle daha çağdaş bir istikamete yöneleceği için dünya barışına da katkı yapılmış olur.

Artık "28 Şubatçıları ne yapalım" diye lütfen sormayın.

(Bugün)