28 Şubat sona erdi, başörtüsü yasağı ne olacak?

"Bin yıl sürecek" denilen "28 Şubat süreci" birinci derecede sorumlu askerlerin tutuklanmalarıyla "15 yılda sona erdi," deniyor.

Öyle mi? Bir bakıma, evet. MGK'nın 28 Şubat 1997'de aldığı kararların çoğu artık geçerli değil. İmam Hatip okullarının orta kısımlarının yeniden açılmasının yolu açıldı. Meslek liseleri, bu arada İmam Hatip mezunlarına üniversiteye girişte ayrımcılık yapan katsayı uygulaması kalktı. Kur'an kurslarına 28 Şubat'la gelen kısıtlamalar son buldu. TBMM'nin bu yılki 23 Nisan resepsiyonuna (Cumhurbaşkanı Gül değil ama) Başbakan Erdoğan ve AKP milletvekilleri ilk kez başörtülü eşleriyle katıldılar; 2007'den beri Meclis'e uğramayan Genelkurmay Karargâhı da ilk kez tam kadro oradaydı. Nihayet, YÖK'ün aldığı idari bir kararla bir kısım üniversitelerde başörtüsü yasağı gevşedi. Bütün bunlara bakarak 28 Şubat sürecinin bir bakıma sona erdiği söylenebilir.

Doğru, 28 Şubat müdahalesi Türkiye'de uygulanmakta olan otoriter laiklik rejimini tahkim ederken, bir dizi yeni, daha önce bulunmayan yasaklar getirmişti; şimdi bu yasaklar kalktı. Peki, 28 Şubat aşırılıklarının tasfiye edilmesi, otoriter laiklik rejiminin sona erdiği anlamına mı geliyor? Elbette ki, hayır. Peki, 28 Şubat müdahalesinin tahkim edip yaygınlaştırdığı, otoriter laiklik rejiminin temel uygulamalarından biri olan, inanç özgürlüğünü ihlal eden, kadınlara ayrımcılık yapan başörtüsü yasağı kalktı mı?

Bu sorunun cevabını en iyi, TESEV'in, Özge Genç ile Ebru İlhan tarafından kaleme alınan "Başörtüsü Yasağına İlişkin Değerlendirme ve Öneriler" başlıklı yeni raporu veriyor: Kesinlikle, hayır. Rapordan aktarıyorum: "Başörtülü kadınlar bugün üniversitelere ve dersliklerine girerken ve üniversite kampüsleri içerisindeki hizmetlerden yararlanırken engellerle karşılaşmakta; kamu sektöründe devlet memuru statüsüyle işe alınmamakta; polis, ordu teşkilatları gibi idari yapılarda çalışamamakta; özel sektör tanımı içerisine giren mesleklerini icra ederken meslek odalarına üyelikleri engellenmekte; milletvekili, bakan, başbakan, cumhurbaşkanı olarak aktif siyasi yaşama katılamamakta, karar mekanizmalarında yer alamamakta ve yerel yönetimlerde belediye başkanı olamadıkları gibi il ve ilçe yönetimlerine katılımlarında zorluklarla karşılaşmaktadırlar. Toplumsal alanın çeşitli mekânlarında da ayrımcılık devam etmektedir...

"1998-2010 yılları arasında özellikle üniversitelerde çok katı olarak uygulanan başörtüsü yasağı fiilen yumuşama temayülüne girse de halen üniversite yerleşkelerine girmede ve üniversitelerin sunduğu çeşitli hizmetlerden (kütüphane, sağlık vb.) faydalanmada engelleri gözlemlemek mümkündür. Öğrenciler idarenin tutumuna göre yerleşkeye girebilseler bile derslerden çıkarılabilmekte veya sözlü tacize maruz kalabilmektedirler." Bunun içindir ki son Yükseköğretime Giriş Sınavı'nda bütün soruları cevaplayıp birinci olan ve tıp okumak isteyen Sümeyye Satin'in, "Tercih ettiğim üniversitede başörtümden dolayı kapıdan döndürülmek istemiyorum..." dediği bir ülkede yaşamaya devam ediyoruz.

Peki, baş mağdurları arasında yer alan iktidardaki AKP'liler dâhil politikacılar başörtüsü yasağı konusunda ne düşünüyor? Rapordan aktarıyorum: "Görüşmeler sırasında başörtüsü yasağından kaynaklanan sorunların çözümüne ilişkin sorduğumuz sorularda, özellikle politika yapıcıların / karar alıcıların bu konuda hiçbir hazırlıkları veya geleceğe ilişkin görüşleri olmadığını tespit ettik."

Siyasiler ve karar vericilerin artık şu soruları ciddi olarak tartışmaya başlamaları zamanı geldi: Üniversitelerde, zorunlu öğretimde, kamuya ait ve özel okullarda öğrencilere; kamu görevlilerine; halkın seçimle gelen temsilcilerine inanç özgürlüğünü ihlal eden ve kadınlara ayrımcılık yapan başörtüsü yasağı devam mı edecek yoksa son mu bulacak? Özge Genç ile Ebru İlhan'ın kaleme aldıkları rapor, bu soruların tartışılması için gerekli verileri tam zamanında ve mükemmelen sağlıyor.

(Zaman gazetesinden alınmıştır)