Yurt binasına gelen abimiz bize artık çok büyük görevler düştüğünü, olası bir silahlı çatışma durumunda çok önemli bir yerde olduğumuzu ve nöbet tutmamız gerektiğini söyledi. Müdürün zemin kattaki odasında siyah bir telefon vardı. Çevirmeli tuşlu olanından. Bir arkadaşımız telefonun başında oturacaktı. Diğeri Müdür odasının kapısının önüne konacak sandalyede. Diğerleri de birbirlerini görecek ve duyacak şekilde, binanın içinden 3. katta bulunan terasa çıkan merdivenin başında ve sinilerde (sahanlıklarda) oturacaklardı. Rum tarafında, özellikle de Rum Polis Merkezinde olağan dışı bir hareket görürsek hemen birbirimize seslenecektik. Telefondaki arkadaş da kendisine verilen numarayı arayıp bilgi verecekti.
Tüm arkadaşlar ilk nöbet tutmak heyecanımızı 21 Aralık gecesi yaşadık. Hayatımın ilk askeri görevini 15 yaşında gerçekleştirmiştim. Artık adımız “Mücahit” idi. Gerçekte “Mücahit” kelimesini de hayatımda ilk kez o gün duymuştum. Arapça ile daha tanışmadığım için de manasını hiç bilmiyordum. Çok sonraları “Cihat için savaşan asker” manasına geldiğini öğrenecektim.
Bütün gece boyunca nöbet tuttuk. Saatler hiç geçmiyordu. Bırakın saatleri, dakikalar bile geçmiyordu. Hava ayaz, binanın içi de buz gibiydi. Ama biz artık Mücahit olduğumuz için hiç üşümüyorduk. Soğuk bize asla işlemezdi. Göz kapaklarımız kurşun gibi ağırlaşmış olsa dahi hiç uyumadık o gece. 22 Aralık sabahı güneş birazcık ışıyınca rahat bir nefes aldık. Nasıl olsa korkak Rumlar cesur Türklere, gündüz vakti saldırmaya cesaret edemezlerdi.
Bütün bir Pazar günü, terasta ve merdiven sinilerinde nöbet tutmakla geçti. Pek bir olay yaşamadık o gün. Akşam olunca, yanı başımızdaki polis Merkezinden bağırmalar, küfürler ve silah sesleri gelmeye başladı. Gecenin karanlığı içinde, Polis Merkezinin arka tarafından hızla çıkarak koştuğunu varsaydığımız birkaç kişi, Namık Kemal Lisesi’nin etrafı açık futbol sahasının içinden koşarak geçtiler ve küçük tepeyi hızla çıkarak çam ağaçlarının arasında kayboldular. Arkalarından koşan ve ellerinde av tüfeği olduğunu sandığımız birkaç kişi de onları kovalıyordu. Kaçanlar, göz açıp kapayıncaya kadar önlerindeki küçük tepeye tırmanıp koyu karanlığın içinde gözden kaybolunca, onları kovalayanlar küçük tepenin eteklerine geldiklerinde durdular ve tepeye tırmanmaya gerek duymadılar. Futbol sahasının kuzey tarafındaki kale direğinin oralarda kendi aralarında bir şeyler konuştuktan sonra okula taraf döndüler ve “Zito Enosis” (yaşasın Yunanistan’a ilhak) diye bağırarak içinde olduğumuz lise binasına ateş etmeye başladılar. Ben diyeyim yirmi kez, siz deyin beşyüz kez. O heyecan ve korku içinde kim kaç el ateş ettiklerini sayabilirdi ki.
Bu hengame içinde aramızda altına eden var mıydı bilmiyorum ama ben korku ile karışık büyük bir heyecan yaşamış olmama rağmen etmemiştim. Tek taraflı bir silahlı çatışmanın tam ortasındaydım. Av tüfekleri ile ateş eden Rum polislerin beni gördüklerini, tüfeklerini bana doğru doğrultarak beni hedef aldıklarını ve ellerindeki tüm mermileri de bana sıktıklarını sanıyordum.
Hepimiz pencerelerin altına veya da parapet duvarlarının arkasına sinmiş onları seyretmeye çalışıyorduk. Yanan herhangi bir lamba yoktu ve okul binası tamamen karanlık içindeydi. Herhalde dıştan bakınca binayı kapkaranlık gördüler ve de okul tarafından kendilerine karşı ateş edilmediği için de, binanın içinde hiç kimsenin olmadığını düşündüler. Mermileri bitene dek ateş ettikten sonra da güle oynaya gerisin geriye polis merkezine döndüler.
Müthiş bir geceydi ve elimizde silah olmamasına rağmen kahramanca direnmiş, mevzilerimizi terk etmemiştik. Neyse ki onlarca kez ateş etmelerine rağmen beni hiç tutturamadılar ve hiçbir yara almadım o silahlı çatışmada... (devam edecek)
Tüm okuyucularımın yeni yılını kutlar, mutluluk, saadet, sağlık ve huzur dolu yeni bir yıl dilerim.