12 Eylül\'ü yargılamak
Ne hissediyorum? Gözümün önünde 32 sene öncesine ait iki sahne canlanıyor. Birincisi Dış Kafes\'te yediğim dayak. Dış Güvenlik amiri Yüzbaşı Tuna Akkurt\'tan tam bir buçuk saat süren törensel bir sopa yemiştim. 60-70 santim uzunluğunda tahta bir copla, bütün gücüyle bacaklarıma vuruyordu. Yoruldukça dinleniyor, sonra kaldığı yerden devam ediyordu. Tedbirliydim. Pantolonun altına kalın bir eşofman giymiştim. Buna rağmen tam bir hafta A Blok 4. Koğuş\'ta yattığım yerden kalkamadım.
Benim için \"o dayağı neden yedim?\" sorusuna verdiğim cevap ile, \"12 Eylül darbesi neden yapıldı?\" sorusuna bulduğum karşılık aynı. Yüzbaşının bana sopa atarken hissettiği güç ile, Kenan Evren\'in gevrek gevrek söylediği \"Asmayalım da besleyelim mi?\" sözünü sarf ederken duyduğu haz darbenin anlamını yansıtıyor. Hayvanî, vahşi, basit ve adice bir güç gösterisi bu.
İkincisi, ilk görüş günü maruz kaldığım aşağılanma. Hem de annemin gözleri önünde. Verilen komutlarla koşar adımlarla görüş kulübesinin önüne gelip yerinizde sayıyorsunuz. \"Kıta dur\" ile durup \"hazır ol\"da iken \"rahat\" komutunu bekliyorsunuz. Çektiğim o kadar işkenceden sonra küçük camın arkasında annemi görünce, farkında olmadan pozisyonum bozulmuş. Arkamda bekleyen askerin postalıyla baldırlarıma indirdiği tekmelerin canımı hiç yakmadığını, ama o an yaşadıklarımın hayatımın en kötü hatırası olduğuna inanıyorum. Hiçbir evlat annesine böyle bir şeyi yaşatmamalı. Benim annemin karşısında kahrolarak yaşadığım aşağılanmayı, 12 Eylül darbecileri bütün topluma uyguladı. Komutlarla yönetilen, o saçma talimatlara uymayınca aşağılanarak ceza gören bir toplum haline geldik.
Uzun yıllar, Mamak Askerî Cezaevi\'nin komutanı olan Albay Raci Tetik\'i bir yerde kıstırıp öldürme hayalleri kurdum. Yıllar boyu İstiklâl Marşı\'nı dinleyemedim. Nutuk\'tan da, Gençliğe Hitabe\'den de, dayak altında okutulduğu için nefret ettim. Bu öfke ve nefreti gençlerinin zihnine kazımak, 12 Eylül darbesinin yegâne başarısıdır.
\"Akan kanı durdurmadı mı?\" itirazını yapanlar hâlâ bulunuyor. Dün başlayan yargılama, bu soruya da doğru cevabı vermek için bir fırsat. 70\'li yıllarda ideolojik çatışmaların, gençleri düşman kamplara böldüğü doğru. Ama 11 Eylül günü geldiğinde ortada biriken kan gölünün asıl sorumlusu darbecilerden başkası değildi. Darbe ancak zorun-şiddetin bulunduğu şartlarda yapılıyor. Olmayınca -Ergenekon ve Balyoz davalarında yakından takip ettiğimiz gibi- darbe şartlarını oluşturmak için darbeciler tarafından seri olarak üretiliyor.
12 Eylül\'den önce ülkenin bağrına bir kan musluğu monte edildi. Başına geçip sonuna kadar açtılar. 1 Mayıs\'ı, 16 Mart\'ı, Maraş ve Çorum\'u, MHP Genel Merkezi\'ni hedef alan saldırıyı kim yaptı? 12 Eylül günü, bu musluğun başında oturanlar musluğu kapattılar. \"Akan kan bir günde nasıl durdu?\" sorusuna verilebilecek başka cevabı olanlar var mı? Görülmekte olan dava, bu kirli tezgâhları birkaç katliamın üzerindeki örtüyü kaldırarak hepimize gösterebilir.
12 Eylül, 32 yıl geride kaldı. Benim ve benim neslim için de, duygu dünyamızda öfkenin ve nefretin izleri kalmadı. Hesabı bizden sonraki nesiller için sormak istiyoruz. Bu kan musluğunu devletin derinlerinden söküp atmamız lâzım. Darbeler canileri yargıç mevkiine sokuyor. 12 Eylül\'de cinayet işleyenler dönüp toplumu yargıladılar. Bunun tekrarlanmasına izin veremeyiz. Yolu ise, bu davanın titizlikle görülmesinden geçiyor.
Sanık avukatlarının yetkisizlik itirazı mahkeme tarafından reddedildi. Mahkeme başlar başlamaz, bir şeyi daha reddetmiş oldu. 12 Eylül 2010 tarihinde yapılan referanduma \"hayır\" itirazı yapanları da. Tecrübe, herkes için pahalı ama en sağlam öğrenme yöntemi. Darbelerin nasıl yargılanacağını tecrübe ederek öğreniyoruz. Demek ki 12 Eylül darbecileri hâkim önüne çıkabilirmiş. 12 Eylül\'ün hesabı görülebilirmiş. Kimseden bir özeleştiri beklemiyoruz. Yeter ki bu dava, 12 Eylül\'ün ötesinde darbeciliği mahkûm eden tarihî bir hesaplaşmaya dönüşsün.
32 yıl sonra bana zulmedenler yargıç karşısına çıkarken duygularım ve düşüncelerim işte böyle.
ZAMAN