12 Eylül’de nerede değildim?

Ceviz ağaçlarını seyretmeye de gitmemiştim Gülhane’ye; oysa çok severim yaprak dökümünü izlemeyi ‘hele kestaneyseler’.


Değildim herhangi bir sahil kasabasında bütün dertlerden uzak.

Diskoteklere ‘akmayı’ hiç bilemediğim ve sözcük olarak bile aklıma getiremediğim için bir karanlık danshanede değildim.

Bir barda hiç olamazdım dışarıda tek kadeh içmemiştim yaşım 26 olmasına rağmen.

Pembe geceliğimle çok balkonlu bir evden Boğaziçi’ne de bakamıyordum, o yerler çoktan kapılmıştı biz başka şeyleri kurtarma derdindeyken.

Mükellef bir sofrada korkusuzca karnımı doyuramıyordum evde ya da dışarıda verecek param yoktu.

Otobüste değildim; o zamanlar oralardan sağ çıkma ihtimali çok azdı benim gibi hayata dik dik batarken.

Bir mitingde olmayı isterdim ama üç kişi bir araya gelince memleket havası bozuluyordu.

Bir kır kahvesinde kaç yıllık bir arkadaşla sohbet edebilirdim ne çare dostlar bile yol değiştiriyordu daha göz göze gelmeden. Ya da çoğu göçmen kuşlar misali göç etmişti bu çok sevdikleri ülkeden.

Parkta olamazdım belli saatlerde kadınlar dışarıda o karanlık köşelerde hangi niyetle oturur; toplumun kaç yüz yıllık ahlaki nüfuzu bilirim beni ezmeye yeter.

Adresler, fotoğraflar ve kitaplar yakılmıştı çoktan. O nedenle bizim kuşağın o yıllara ait fotoğrafı çok azdır, sormalı birilerine neden?

Kütüphaneler, üniversiteler ve hatta belli kahveler sakat yerlerdi gidilince mimlenilen.

‘Omzumda bir kesik el ki hala kanar’ diyen o Metin yürekler için geç mi kalınmıştı yoksa biz mi çok erken…

Sahi 12 Eylül’de neredeydin sen.